20 Şubat 2017 Pazartesi

Serdar Gökhan

Serdar Gökhan- SÜLEYMAN ŞAH

sinemamızın başarılı ,emektar,karizmatik aktörü Serdar Gökhan Süleyman şah rolü ile çok başarılı bir performans sergiledi.seyirci onun diziden çıkmamasını yani ölümünü hiç istemedi.yapılacak birşey yoktu tarihin kronolojisinde süleyman şah ın ölüm zamanı gelmişti.osmanlı imparatorluğunun kurulmasına giden yolda basiretli evlatlar yetiştirdiği için süleyman şah a türk dünyası çok şey borçlu değil mi.
kayiturkleri.blogspot

kayiturkleri.blogspot

kayiturkleri.blogspot

kayiturkleri.blogspot


kayiturkleri.blogspot

kayiturkleri.blogspot

kayiturkleri.blogspot

kayiturkleri.blogspot
Resim yazısı ekle

Serdar Gökhan

Serdar Gökhan

Serdar Gökhan

Serdar Gökhan

Serdar Gökhan

Serdar Gökhan

Büyük Hun Hükümdarı Atilla


kayiturkleri.blogspot.com.tr
Allah’ın kamçısı (Flagellum Dei) ve günaha batan hristiyanları cezalandırmak gayesi ile Allah’ın göndermiş olduğuna inanılan: Atilla
BEYAZ TARİH \ MAKALE
Attila, amcası Rua'nın ölmesi üzerine kardeşi Bleda ile birlikte 434 yılında Hun yönetimini üstlenmiştir. Türk devlet teşkilâtında daima büyük kardeşin tahta çıkması kesin olmayıp, şehzadeler arasında en liyakatlisinin başa geçmesi geleneği var olmasına rağmen, Bleda Hun hükümdarı olmuştur. Fakat üstün kabiliyetlerinden dolayı bütün işleri Attila yürütmüştür. Rua zamanında başlayan Doğu Roma ile barış görüşmeleri, onun ölümü üzerine Attila tarafından neticelendirilmiştir. Attila, derhal yola çıkarak İllyria (Arnavutluk ve Dalmaçya sahası)'da, Morava ile Tuna'nın birleştiği yerde, Tuna'nın diğer kıyısına tanzim edilmiş olan Constantia surları karşısında kurulmuş olan Margus (Bugünkü Orasje Dobruca) şehrinde, bütün halkın gözleri önünde at üzerinde olduğu halde isteklerini elçi Plinthas başkanlığındaki Doğu Roma heyetine barış şartları olarak kabul ettirdi (434). Tarihte Margus barışı olarak bilinen antlaşmanın maddeleri şunlardır:
1- Esir edilmiş Romalılarla ve daha önce Roma'ya kaçmış olan bir çokları ile birlikte, Hunlardan kaçacaklar Roma hududuna kabul edilmeyecekler.
2- Romalı mülteciler ve esir alınmış olanların her biri için 8 altın kurtarma ücreti ödenecek. Ancak bu fidyeyi verdikden sonra esirler geri dönebilecekler.
3- Romalılar Hunların hâkimiyeti altında olan kabilelerle ortaklık yapmayacaklar.
4- Ticaret yapmak için eşit şartlar içinde biraraya gelinecek.
5- Romalılar ve Hunlar emniyet içerisinde olacaklar.
6- Yapılan antlaşma devamlı olacak ve bu antlaşmaya riayet edilecek.
7- Romalılar tarafından Hun kralına daha önce 300 altın libre ödenen vergi yerine 700 altın librae ödenecek.
Antlaşma atalardan kalma bir yemin ve dini merasim ile pekiştirildi. Bunun üzerine Doğu Roma iktidarı kendilerine kaçan Hunları iade etti. Bunlar içerisinde bulunan Hun kral soyundan Mama ve Atakam'ı, Trakya'da bir kale olan Carsus Bulgaristan'da Hırsova)'da Attila halkın gözü önünde idam ettirdi. Bu antlaşmanın yapılmasından sonra Hunların hareketleri hakkında Roma kaynaklarında hiçbir bilgi bulunmamaktadır. Büyük ihtimalle bu zaman içerisinde Kuzey ve Doğu Avrupa'da yerleşmiş olan çeşitli kavim ve kabileler üzerinde hâkimiyet tesis ettirilmesi ve birçok fetihler olmuştur. Bu tarihte, bütün tarihî kaynaklar son derece belirsiz olduğu için, Bleda ve Attila tarafından yönetilen imparatorluğun tam büyüklüğü ve gücü hakkında birşey söylemek de oldukça zordur. Bu arada Batı Roma ile, Rua zamanında izlenen politikalar Attila zamanında da devam etmiştir. 434 / 435 yıllarında Aetius, Roma'da bulunan Hun elçilerine Valeria ve Pannonia Prima (bugünkü Macaristan Tuna ötesi) bölgelerini bıraktı. Bunun yanında oğlu Carpilio 'u da Hun sarayına rehine olarak gönderdi. Bunun en büyük sebebi ise verilen sözlerden dönülmesine mani olmaktı. Attila ile iyi ilişkilerine devam eden Aetius, Galler bölgesinin barbar kabilelerden temizlenmesi için çaba sarfetmeye devam etti. 435 yılında Ren nehrini geçerek Roma İmparatorluğu topraklarına girmeyi ve Burgund beyi olmayı başaramayınca tekrar Hunların yanına döndü. Hunların yardımını temin ederek, Burgundları, kralları Gendicharius (Gundaher, Gunther)'la beraber son ferdine kadar katletti Yardıma gelen Hun ordusunun başında Attila'nın amcası Oktar bulunuyordu. Nitekim bu müthiş mücadele Germen kavimlerinin kafalarında silinmeyecek izler bıraktı. Bunun etrafında bir çok destanlar meydana geldi. Hunlar, Galya bölgesinin ikinci askerî komutanı olan pagan Litorius'un Vizigotlarla yaptığı mücadeleye de yardımcı kuvvetler gönderdiler. 437 yılında Litorius, atlı olan yardımcı Hun birliklerinin büyük desteği ile Vizigot kralı I. Theodorik 'in kuşatma çemberini yardı ve Narbonne şehrini kurtardı. 438 yılında ise, Vizigotları bir dizi başarılı savaşla başkentleri Tolusa / Toulouse'a kadar geri sürdüler. Fakat 439 yılında Hunların büyük sayıda geri dönmeleri, Gal-Roma ordusunun dağılması sonucu Vizigotlar bu zor durumdan kurtulmuş oldu.
Aetius, Batı Roma imparatorluğu içerisinde Hunların yardımı olmadan ne makam elde edebiliyor, ne de iktidarı elinde tutabiliyordu. Aetius'u devirmek için harekete geçen Augusta, eski düşmanları Vizigotlarla ittifak yapmaya hazırlandı Aetius'a karşı harekete geçebilmek için Afrika şehirlerini başarıyla savunmuş birliklerini geri çekti. Bunun sonucunda karşısında bir kuvvet kalmayan Vandallar Afrika'ya hakim oldular 439 yılında Kartaca düştükden sonra Doğu ve Batı Roma'nın birleşik orduları Vandalları artık yenemedi. Augusta'nın birlikleri ise Hunlar karşısında yok olmaktan kurtulamadılar. Galya'nın temizlenmesi ve elde tutulması gayesini güden Aetius ise, İtalya'ya daimi dönüş tarihî olan 441 yılına kadar batıda kazandığı başarılar karşısında Hunlara Tuna bölgesini terketmek zorunda kaldı. Hunlar neredeyse Roma'nın sınır komşuları oluyordu. 425 yılından beri Hunların askerî gücüne bağlı olan Batı Roma politikası sayesinde Hunlar para, yer, ganimet ve tecrübe kazandılar ve sadece savaş sanatları değil, politika sanatlarındaki ustalıklarını da gözler önüne serdiler. Rua'nın ölümünden sonra kardeşi Muncuk'un oğlu Bleda Hun tahtına çıktıysa da, Doğu ve Tuna'nın prensi olan genç kardeşi Attila devletin esas işlerini yürütmekte idi. Nitekim Bleda'nın 10 yıllık hükümdarlık zamanı, tarihî kaynaklarda hemen hemen hiçbir iz bırakmadan silinip gitti. Bleda, Rua'nın ordusunda Tisa'da kaldı ve hükümdarlık döneminde de büyük bir ihtimalle onun yeniden yapılanması için uğraştı. Attila'nın ordusu ise 454-464 yılları arasında bugünkü Bükreş-Ploieşti arasındaki bir bölgede bulunuyordu. Buzau nehri boyunca yanyana bulunan Hunlara ait kalıntılardan, Attila'nın ordusunun Buzau bölgesinde olduğu, çünkü oradan Doğu imparatorluğundan Hunların yanına, Scythia Minor (Dobruca) üzerinden çok kolay ulaşılabildiği anlaşıldı. Nitekim 441 yılında bir Doğu Romalı elçi Odessus (Varna)'a kadar ki yolu gemiyle gelmiş ve oradan Attila'nın sarayına Tuna üzerinden varmıştı. Bleda'nın zevk ve sefaya düşkünlüğünün yanında Attila eğitimi ve şahsiyetiyle sivrilerek Bleda’nın ölümüne kadar tüm işleri yürütmüş, sonra da mutlak hâkim olmuştu. Bazı tarihçiler 444 / 45 yılında Bleda'nın Attila tarafından öldürüldüğünden bahsetmektedirler. Oysa, Attila gibi büyük bir şahsiyet abisini öldürerek Hun tahtına oturmak isteseydi, tüm güç elinde olduğu halde ona on yıl katlanmazdı. Ayrıca Hun ülkesini ziyaret eden Priskos'un notlarında buna dair hiçbir kayıt yoktur. Gerçi başta Jordanes olmak üzere bazıları bu iddialarını, Priskos'un eserinin kaybolan kısımlarına dayandırıyorlarsa da mevcut fragmantlarda bunun aksini ispat edecek notlar bulunmaktadır. Nitekim Priskos'da, Hun ülkesindeki gezilerinde Bleda'nın dul eşinin sahibi olduğu yerleşim yerinde, kendisiyle görüşmesinin anlatıldığı notlarda mağdurluğunu belirtecek hiçbir kayıt yoktur. Ayrıca Bleda'nın isminin geçtiği yerlerde onun öldürüldüğüne dair bir bilgiye rastlanılmamaktadır. 441 yılına gelindiğinde, Hunlarla olacak bir savaşa mani olmak gayesiyle, kendisinin dikte ettirdiği şartlarla doğu Romalıların antlaşma yaptığı Margus barışından sonra Attila, yukarıda bahsedilen birçok kavmi itaat altına alarak sınırlarını Alpler'e, Ren ve Vistül nehrine kadar uzatmış oluyordu. Ayrıca Burgundlar yok edilmiş ve Pannonia Prima da istilâ edilmişti. Bu durumlar sayesinde Hunlar artık bir imparatorluk haline dönüşüyordu. 
Atilla Dönemi Doğu Roma (Bizans) - Hun Münasebetleri
Attila devrine gelindiğinde, Hun başkentinde Doğu Roma politikasında bir değişiklik yoktu. Temelleri Uldız zamanında atılan politikaya göre, her fırsattan yararlanılarak Doğu Roma baskı altında tutulacak ve nihayetinde kesin olarak Hun hâkimiyeti altına alınacaktı. Uldız'ın "güneşin doğduğu yerden battığı yere kadar her tarafı fethederim " diye Doğu Roma elçilerini tehdit eden bu söz, Hun politikasının temelini oluşturmakta idi. Esas hedefi dünya hâkimiyetini gerçekleştirmek olan Attila, buna giden yollardan birisinin Doğu Roma olduğunu biliyordu. Bu sebeple ilk önce büyük devletlerden birisi olarak Bizans hezimete uğratılacak ve başkent İstanbul'daki politikalara kendisi yön verecekti. Büyük devlet adamı, asker olduğu kadar büyük bir diplomat da olan Attila, şartlar uygun olduğu zaman her fırsatı değerlendirmek istiyordu Margus barışı yapıldıktan sonra, Slav, Fin, Germen, Türk asıllı birçok kavmi itaat altına alan Attila, arkasını sağlamlaştırdıktan sonra, 440 yıllarına gelindiğinde yeniden ortalarda görünmeye başladı. 439 yılında Vandallar, Kartaca'yı, Afrika'nın birçok yerleşim bölgelerini ele geçirmişler ve oradaki önemli bir Roma donanmasını da yağma etmişlerdi. Bunun üzerine Doğu ve Batı orduları birlikte 440 yılı ilkbaharında, Vandalların saldırısına uğrayan Sicilya'yı korumak için harekete geçti. Bu durumu öğrenen İranlılar da uzun süredir hevesli oldukları Ermenilere saldırdı. İranlıların bu saldırılarına karşı Doğu Romalılar, elle tutulabilir tüm askerlerini harekete geçirdi. Bütün bunlardan haberdar olan Attila, durumdan istifade ederek büyük bir hızla birlikleriyle harekete geçti. Tuna'da bulunan en son Doğu Roma mevzisi Castra Constantia'ya saldırdı. Bir pazar yeri olan burada Romalılara hücum etti ve birçok kişiyi esir aldı. Bunun üzerine Romalılar derhal Hunlara elçiler gönderdi. Elçiler, yapılan saldırının antlaşmalara aykırı olduğunu iddia ederek Hunlarla müzakerelere başladı. Büyük bir diplomat olan Attila, hareketin niçin yapıldığını diplomatik manevralarla Doğu Romalılara izah etti. Bu hareket savaş değil, bir uyarı idi. Çünkü Margus Piskoposu Hun hudutlarına girerek, Hunlarca çok kutsal olan mezarları soymuştu.
Bu sebeple piskoposu kaçaklarla birlikte, Margus antlaşmasına uygun bir şekilde iade etmedikleri takdirde savaş ilan edilecekti. Ayrıca kaçakların sayısının fazla miktarda olduğu da özellikle belirtilmişti. Bu görüşmeler neticesinde Romalılar söylenenleri inkâr etti. Hunlar ise görüşlerinde israr ettiklerinden bir antlaşma olmadı ve savaş çıktı. 440 sonbaharında harekete geçen Hun orduları Tuna'yı geçerek, çevredeki bir çok yeri tahrip ettikden sonra Viminacium (Bugünkü Kostolaç)'u ele geçirdi. Hunların bu hücumu üzerine birçok Doğu Romalı, bir kişi yüzünden devlet savaş tehlikesine maruz kalmasın diye, piskoposun geri verilmesi gerektiğini belirttiler. Bunun üzerine piskopos, kendisinin geri verileceğinden korkarak gizlice Hunlara kaçtı. Eğer Attila kendisine iyi davranır ise Margus şehrini teslim etmeyi vaat etti. Bunun üzerine Hunlar, sözünde duracak olursa her türlü yardımı yapacaklarına söz verdiler. Antlaşma sağlanınca piskopos, pek çok Hunla birlikte Romalıların sınırına döndü ve Tuna'nın kıyısında onları pusuya yatırdı. Geceleyin uygun bir anda işaret vererek, Hunları harekete geçirdi ve şehri teslim etti. Bu harekete birlikte Hunlara artık Trakya ve İstanbul'un yolu açılmış oluyordu.
I. Balkan Seferi
Doğu Roma'nın siyasî, iktisadî olarak içinde bulunduğu güç durumdan, Vandal kralı Geiserik'in Romalılara karşı kendisinden yardım istemesinden ve Hunlar karşısındaki aczinden yararlanan Attila, Margus'un ele geçirilmesiyle başlayan hareketine devam ederek Balkanlara doğru ilerlemeye başladı (441). Tuna nehrinin güney tarafında, batı istikametine doğru saldırılarına devam etti. Bu hareketini İllyria bölgesine kadar genişletti. Singidunum (Belgrad)'u kuşatarak ele geçirdi ve bütün ahalisini esir aldı (441). Daha sonra Sirmium (Sermska Mitrovica)'u fethetti.
Sirmium'un fethinden sonra Attila, güneyden başlayarak Pannonia Secunda bölgesini ve Naissus (Niş)'u da hâkimiyeti altına aldı. Trakya'ya doğru hızlı gelişen Hun hareketi, Hunlarla çok iyi ilişkiler içerisinde olan Batı Romalı Aetius'un araya girmesiyle kesildi. Aetius; Doğu Romalıların Margus barışı şartlarını yerine getirerek ödenmeyen vergileri ödeyeceklerine ve kendilerindeki tüm kaçakları iade edeceklerine garanti verdi. Bunun teminatı olarak da oğlu Carpilio'nu Hun sarayına esir olarak gönderdi. Böylece Tuna bölgesindeki stratejik bir çok kale Hunların eline geçti ve Balkanlar'da Hunlara ciddi şekilde mukavemet edecek hiçbir kuvvet kalmadı.
II. Balkan Seferi
447 yıllarına yaklaşıldığında, Attila'nın Doğu Roma politikasının daha sertleştiği görülmekteydi. Çünkü I. Balkan seferinden beri İmparator II. Theodosios, Balkanlarda Hunlara karşı bir müdafaa hattı teşkil etme teşebbüsünde bulunmuş ve Magister Officorum olan Nomus'u görevlendirerek yeni bir limes tanzimine girişmişti. Ayrıca Doğu Roma'nın ağır malî kriz içerisinde bulunması, 446'da ortaya çıkan salgın hastalık ve 447'deki büyük deprem İstanbul başta olmak üzere imparatorluğun birçok şehrinde hasarlar meydana getirmiştir. Öyleki depremin tesiriyle İstanbul surlarında çok sayıda burç da yıkılmıştı. Doğu Roma'nın askerî ve malî bakımdan içine düştüğü çok zor şartların yanında, Attila'nın hareketinin altında yatan esas sebep ise, Bizansı kat'î surette hâkimiyet altına alıp Batı Roma'ya yönelmekti. Yani alt yapısı oluşturulan cihan hâkimiyeti ülküsünü gerçekleştirmekti. Bu arada II. Theodosios zamanında Attila, Romalı-lardan, daha önce ödenmeyen borçların karşılığı olarak zorla vergi topladı. Kendisine elçilerin gelmesi, kaçakların iade edilmesi ve vergiler hususunda mektup yazdı. Bu mektubu, isteklerini bildirmek üzere Doğu Roma'ya gönderdiği elçiler ile yolladı. Kendi elçileri geri dönerken de, Romalı elçilerin onlarla birlikte gelmesini istedi. Eğer bunlar yerine getirilmez ise, Doğu Roma'ya savaş açacağını belirtti. İmparator, Attila'nın mektubunu okuyunca, kendilerinde bulunan kaçakları iade etmeyeceğini, fakat derhal bir elçilik heyeti göndereceğini söyledi. II. Theodosios, Attila'nın asıl isteklerini geri çevirince Attila ordusuyla Tuna'yı geçti ve birkaç küçük kalenin alınmasından sonra çok kalabalık bir şehir olan Ratiaria'ya başarılı bir saldırı yaptı. Burası Tuna Bölgesi'nin anahtar yeri idi. Ostrogot Kralı Valamir ile Gepidlerin Kralı Ardarik'in kuvvetlerinin de katıldığı Hun ordusu, bu günkü Bulgaristan'a girerek Oescus (Gigen) kasabası yakınında Utus Irmağını (Vidin Çayı) geçti. Burada, Moesia bölgesi Magister Militium'u olan ve Hunlardan Bizanslılara firar eden Got asıllı Arnegisclus komutasındaki Doğu Roma ordusunu ağır bir hezimete uğrattı. Arnegisclus da savaş meydanında hayatını kaybetti. Bu başarıdan sonra Attila Hun ordusunun bir kolunu Nikopolis (Niğbolu) civarındaki Asemus (Osem) kalesinin muhasarasına memur etti. Tuna boyundaki yerleri almak üzere de doğu istikametine başka kuvvetler sevk etti. Kendisi ise esas Hun ordusu ile güneye doğru ilerliyerek, Serdica (Sofya), Philippopolis (Filibe)'i zaptederek Adrianopolis (Edirne)'i kuşattı. Kuvvetlerinin bir kısmını Edirne muhasarasına bırakarak, Durostorum (Silistre), Marcianopolis (Preslav)'i ele geçirdikten sonra, İstanbul istikametine yöneldi. Arcadiopolis (Lüleburgaz), Kallipolis (Gelibolu) ve Sestos (Akbas Limanı) şehirlerini de fethetti. Bu sırada Attila, geride mukavemet edebilecek yerleri yok etmek gayesiyle ansızın geri döndü. Trakya'dan geçerek Teselya'ya girdi ve Thermopylae (Termopil Geçidi) civarına geldi. Artık Hun tehlikesi başkent İstanbul'u tehdit ediyordu. Doğu Roma, Hunların başarıları karşısında tamamen ümitsizliğe düştü. Bu arada Vandallara karşı Sicilya'da bulunan Doğu Roma birlikleri ile İran sınırındaki garnizonların geri dönmesi ve Prens Aspar komutasındaki bu kuvvetlerin 447 yılında Chersones'de Hunlara mağlûp olması Roma için herşeyin sonu oldu. İmparator II. Theodosios, Attila'dan barışı adeta dilenmek mecburiyetinde kaldı. İmparatorluğun Doğu Ordusu komutanı Senatör Anatolius vasıtasıyla, Athyra (Büyükçekmece)'da ordugâh kuran Hunlar ve Doğu Romalı- lar arasında barış görüşmeleri yapıldı. 447'de imzalanan ve tarihte Anatolius Barışı diye bilinen antlaşmanın maddeleri şöyle idi.
1- Kaçaklar derhal Hunlara iade edilecek.
2- Geçmiş vergiler karşılığında 6000 libre altın Hunlara ödenecek.
3- Hunlara ödenen senelik vergi 2100 altına çıkarılacak.
4- Parasını ödemeden Romalıların ülkesine kaçmış olan her Romalı esir başına 12 altın ceza ödenecek ve bu ödenmediği takdirde esir sahibine iade edilecek.
5- Romalılar, Hun ülkesinden kendi tarafına kaçanları bir daha kabul etmeyecek.
Doğu Romalılar, kendilerine kabul ettirilen bu ağır şartları zihinlerini sarmış bulunan Hun korkusundan dolayı kabul etmek zorunda kalmışlardı. Çünkü imparatorluğun hazineleri saçma gösterilere, boş, faydasız şan şöhret sefalarına ve ölçüsüz zevklere hasredilmişti. Bu sebeple iktisadî olarak büyük bir felaketin içerisinde bulunuyorlar ve Hunlara ödenmesi gereken paraları temin için tedbirler düşünüyorlardı. Bu sebeple halktan haksız yere zorla vergi toplandı. Toprak vergisinden muaf tutulanlardan bile hakimlerin kararı ile toprak vergisi alındı. Herkes üzerine düşen altını getiriyor ve vergiler imparator tarafından vazifelendirilenlerce zorla toplanıyordu. Öyle ki, atadan kalma zenginliklerin sahibi olanlar, eşlerinin süs eşyalarını ve kendi değerli şeylerini satıp ödenmesi mecburî paraları temine çalışıyorlardı. Bu savaş, Romalıların o derece büyük felaketlere düşmesine sebep oldu ki, açlıktan ve intihar ederek birçok insan canından oldu. Hazine tamamen boşaltılarak Hunlara ödenecek para temin edildi. Bu sırada İstanbul'a bu iş için gelmiş olan Hun elçisi Scotta vasıtasıyla da Hunlara gönderildi. Aynı zamanda para ile birlikte kaçaklar da iade edildi. Attila devrinde Bizansa karşı gerçekleş- tirilen iki Balkan seferi neticesinde, Tuna boyundaki Doğu Roma savunma mekanizması çöktü. Artık, Hunlara mani olacak hiçbir engel kalmamış oldu. Zaten Bizans İmparatoru, Attila'nın isteklerini bir efendinin emirleri olarak görüyor ve yerine getiriyordu. Böylece Bizans ağır bir vergiye bağlanmış ve Hunların istekleri doğrultusunda hareket etmeye zorlanmıştı. Bu da Türk devlet geleneğine göre bir devletin kesin olarak hâkimiyet altına alınması için yeterli idi. 
Yine bunun sonucunda Bizans'dan alınan altınlarla Hun hazinesi dolmuş ve Balkanlar'daki sınırları da oldukça genişlemişti.  Attila Doğu Roma'yı hâkimiyet altına alıp, Batı Roma politikasında yavaş yavaş değişiklikler yapıp, cihan polititasına adım adım yaklaşırken ülkesinde güçlü bir devlet yapısı meydana getirmişti. Devletin en tepesinden en altına kadar her kademede tam itaati sağlamış, gerek Hunlar gerekse tâbi kavimlerden başarılı olanları devlet hizmetine almıştı. Attila'nın hükümet merkezinin (başkenti) neresi olduğu meselesi oldukça ihtilaflıdır. Birçok tarihçi, Attila'nın sarayının, Rua zamanında orduların bulunduğu Tisa çevresindeki aynı yer de olduğunu, bazıları ise yerin tesbitinin mümkün olmadığını düşünmektedirler. Hun hükümet merkezinin nerede olduğunu söyleyebilmek mükün değilse de tarihi kaynaktaki bilgiler ışığında Attila'nın Erdel'de ve Maros nehri vadisinde olduğu gibi değişik yerlerde büyük evleri ve sarayları bulunduğu bilinmektedir. Uldız'ın temelini attığı Hun dış politikası gereği Batı Roma imparatorluğu ile başlangıçta iyi ilişkiler içerisinde bulunan Attila, Doğu Roma'nın hâkimiyet altına alınmasından sonra, politikasında belirgin bir değişikliğe gitti. Artık Batı Roma da boyunduruk altına alınacak ve sıra Sasanilere gelecekti. Bu anlayışla Hun dış politikasının ağırlık noktası Batı Roma'ya kaymış oldu.
Atilla Dönemi Hun - Batı Roma Münasebetleri
Hunların çağdaşı ve ondan sonraki kaynaklara göre, kısa süren fakat onlara sonsuz görünen Attila'nın hükümranlığı, "Avrupa'yı yetim bırakan" bir savaşlar tarihi idi. Binlerce insanı savaşa zorlamıştı. Fakat buna karşın gerçek olan, Attila, hükümranlığının ilk iki yılı boyunca en azından Batı ve Doğu Roma'ya karşı hiçbir savaşı kendisi başlatmamıştı.Buna rağmen Batı Roma, Attila'nın barış severliğine karşı hiç de iyi şeyler düşünmüyordu. Bleda'nın ölümünden sonra, Hun meselesiyle uğraşan Carpilio ve Senatör Cassiodorus elçi olarak Attila'ya gönderildi. Attila, elçiler ile yaptığı görüşmeler sonucunda aradaki barışın süreceğine dair söz verdi. Bazı kaynakların söylediği gibi barış, Cassiodorus'un cesur ve parlak konuşması sayesinde değil, Batı Roma'nın verdiği tavizler neticesinde gerçekleşti. Bunun neticesinde Sava kıyısındaki Pannonia toprakları Hunlara bırakıldı. Diğer Pannonia bölgeleri ise zaten daha önceleri Hunların eline geçmişti. Aynı zamanda Attila'ya Magister Militium ünvanı tevcih edildi. Yeni ünvan, rütbeye uygun olarak yıllık düzenli bir gelir anlamına geliyordu. Gerçekte ise, Batı Roma'dan alınan bir haraçtı. Bu esnada Batı Roma askerî savunma hattı, Norikum Mediterraneum, Valeria Media, Poetovio (Ptuj / Pettau) ve Drava'dan geri çekildi. Hunlar ile görüşmeler devam ederken, Brit (Britanya ahalisi)'lerden 446 yılında yardım istendiğine dair Aetius'a uzun bir mektup geldi. Fakat Attila'nın gücü karşısında bir Hun saldırısından korkan Roma yönetimi, yardım isteğini karşılıksız bıraktı. Bu arada beklenmedik bir durum karşısında Attila'nın Doğu Roma'ya yönelmesi, Batı Romalıları belirli bir süre rahatlattı.
Anatolius Barışı’ndan sonra Attila karşısında çaresiz kalan Doğu Roma için tek kurtuluş yolu, Attila'nın ortadan kaldırılması idi. Bu sebeple bir suikast tasarlandı. Bu sıralarda, Doğu Romalıların Hunların ele geçirdiği bazı bölgelerden uzak durmalarını, kaçakların iade edilmesini ve bunların askerî kuvvet olarak kullanılmaması istekleriyle dolu Attila'nın mektubunu getiren Hun elçileri Edekon ile Orestes İstanbul'a gelmişlerdi. İmparatorun başvekili Hadım Chrysaphius, tercüman olan Bigila ile bir plan hazırladı. Daha sonra imparatorun da onayladığı plana göre, çok para ile aldattıklarını sandıkları Attila'nın yakın adamı ve muhafızlarının başı olan Edekon ülkesine geri döndüğünde Attila'yı öldürecekti. Bunun için geri dönen Hun elçileri ile birlikte Maximinos başkan-lığında, Priskos'un da dahil olduğu bir Doğu Roma elçilik heyeti Attila'ya gönderildi. Heyetin başkanı Maximinos ile Priskos'un bu plandan haberi yoktu. Bigila ise tercüman vazifesi ile bulunuyordu. Gerçekte ise suikast için gerekli parayı ve rabıtayı sağlayacaktı. Fakat Edekon'un Attila'ya herşeyi anlatmasıyla suikast planı açığa çıktı. Bunun üzerine Attila, üzerinde suikast için kullanılacak para ile birlikte Bigila'yı yakalatarak tutuklattı. Romalıların Attila'dan kurtulmak için son ümitleri de böylece tükendi.
Bu sırada devamlı ittifak halinde bulunan Batı Roma'ya karşı Attila'nın tutumu değişmeye başladı. Nitekim Doğu Roma ile yeniden antlaşma imzaladıktan sonra Batı Roma'ya karşı girişmeyi düşündüğü seferi meşrulaştırmak için bahaneler aradı. 441 yılında Sirmium'un kuşatılması sırasında cereyan eden hadiseyi gündeme getirdi.
Campus Mauriacus Savaşı
Attila, Batı Roma üzerine yapacağı sefer için hazırlanırken, bir yandan da diplomatik ataklarını sürdürdü. Batı Roma İmparatoru III. Valentinianus'un kız kardeşi Honoria, imparator tarafından tahta ortak olunmaması için bekar kalmaya zorlandı. Fakat 449 yılında sarayda patlak veren bir skandaldan sonra İstanbul'a gönderildi ve sarayda göz hapsinde tutuldu. Aşağılanan Honoria, 450 başlarında gizlice Attila'dan yardım istedi. Ayrıca ona altın bir nişan yüzüğü de gönderdi. Bu teklifi kabul eden Attila, Valentinianus'dan nişanlısının hissesine düşen Galya bölgesini başlık (drahoma) olarak istedi. Attila karşısında zor durumda bulunan kuzeni II. Theodosios'un da bu talepleri desteklemesinden korkan imparator, Honoria'yı 450 ilkbaharında Roma'ya geri çağırdı. Ardından göstermelik bir evlilikle kardeşini gelin etti. Bunun üzerine savaş tehdidinde bulunan Attila, Batı Roma imparatorluğunun yarı hükümdarı gibi davrandı. Ordusunu harekete geçirirken hedef şaşırtmak ve Batı Roma'yı iyice hazırlıksız yakalamak için, gayesinin Hun ülkesinin kuzeyinde oturan Germenler'in isyan teşebbüslerini bastırmak olduğunu söyledi. Bu arada Batı Roma İmparatorluğuna da haber göndererek Romalıların dostu olduğunu, ordusu ile de ihtiyaç duydukları anda yardım edeceğini bildirdi. Ayrıca Frankları mağlûp ettikten sonra, Frank devletinin dağılması ve kralın ölmesi üzerine kralın büyük oğlunun kendisinden yardım istediğini de bahane etti. Halbuki Attila'nın esas hedefi Germenler ve Vizigotlar ile ittifak yapmak idi. Bu arada Doğu Roma imparatoru II. Theodosios, 26 Temmuz 450 yılında av esnasında atından düşerek ağır şekilde yaralandı ve iki gün sonra öldü. Bunun üzerine tahta Markianos geçti (450- 457). Kendisini kiliseye adamış olan Theodosios'un kardeşi Pulcheria ile evlenerek, kendisine gerekli olan devlet otoritesini tesis etti. Birçok bakımdan zor durumda olan yeni Doğu Roma ümparatoruna da isteklerini kabul ettiren Attila, arkasını da böylece sağlama almış oldu. 451 yılı başlarında Attila, Hun ve müttefiklerinden oluşan oldukça büyük sayıdaki gücü Galya'ya doğru harekete geçirdi.
Bu arada sefere çıkmadan önce Doğu Batı Roma İmparatorlarına birer elçi göndererek, "Hem benim hakimim hem de senin hakimin olan Attila, hiç vakit kaybetmeden bir saray yaptırmanı ve oraya kendisini kabul etmeni emir buyurdu", mesajını ilett. Böylece daha başlangıçta korku salarak, büyük bir psikolojik üstünlük elde etti. Zaten Jordanes'in dediği gibi "Bu kurnaz adam harpte silah kullanmadan önce, yalan ve hileyi çok iyi kullanıyordu". Esasını Hunların oluşturduğu orduda, en büyük ağırlığı Germenler oluştururdu. Bunun dışında hayli kalabalık olarak kralları Ardarik ve Valamir'in komutasındaki Gepidler ve Ostrogotlar ile, Rugi, Skir, Quad, Alaman, Herul, Thüring, Burgund ve Franklar da Hun ordusunun diğer kısmını meydana getirdi. Attila ordusunu iki kısma ayırdı. Bir kısmını Tuna'nın sağ kıyılarındaki Roma kalelerinin ele geçirilmesine memur etti. Diğer kısım ise Tuna'nın sol sahillerinden ilerleyerek güzergâhları üzerindeki kavimleri itaat altına almakla yükümlü idi. Sonunda iki ordu Ren sahillerinde birleşti. Attila Galya'ya doğru ilerlerken, Germenler'den bir kısmını yedek olarak geride bıraktı. Ayrıca az sayıdaki bir Hun atlı birliğini, İranlılara karşı ayaklanan Ermenilere destek gayesiyle gönderdi. Az sayıdaki Hun atlıları, Kafkas geçidindeki İran sınır barikatlarını yaramadı. Bu sebeple 26 Mayıs 451'de Avrair bölgesindeki trajik savaşta Ermeniler'in korkunç yenilgisine mani olamadı.  Galya'ya doğru harekâta başlayan Attila, Ren nehrini geçerek Galya'nın kuzey-doğusundaki şehirleri ele geçirmeye başladı. Bu arada, Galya'da Romalıların dostu olarak bulunduğunu, gayesinin hâkimiyeti altından kaçan Vizigotları tedip etmek olduğunu ilan etti. Muazzam Hun ordusu karşısında şehirler birer birer teslim oluyor, kaleler ele geçiriliyordu. Roma kuvvetleri bile ric’ata mecbur olmuş ve Loire sahillerinde toplanmıştı. Hun ordusuna karşı koyacak hiçbir kavim bulunmuyordu. Bazı Burgund ve Frank grupları mukavemet etmek istemişlerse de, Hun ordusu tarafından mağlûp ve perişan edilmişlerdi.
Galya bölgesindeki şehirlerden sadece Paris ile Troyes Hun saldırısından kurtulabildi. Bunun üzerine halk arasında, iki şehrin azizler tarafından korunması sayesinde kurtulduğu inancı doğdu. Attila ilerlemesine devam ederken, arkasında kuvvetli bir kale olan Metz'i bırakmak istemediğinden şehri muhasara etti. Fakat şehir müthiş bir mukavemet gösterdiğinden muhasarayı kaldırarak çekilmek isterken kalenin bir tarafının yıkıldığı haberi gelmesi üzerine, şiddetli bir hücumla 7 Nisan tarihinde şehri elegeçirdi. Metz şehrinin yanmış harabelerini arkasında bırakarak ilerlemesine devam eden Attila, Reims şehri önlerine geldi. Bu muhteşem ordunun hareketini öğrenen ahali şehri terk ederek civara kaçtı. Şehirde yalnız piskopos Nicasius ile birkaç kişi kalmıştı. Hun ordusu bunun üzerine hiç mukavemetle karşılaş- madan şehri ele geçirdi. Daha sonra Attila ordusu ile güney-batıdaki Orleans şehrine geldi ve Loire taş köprüsü ile korunan, çevresi yuvarlak kalelerle sağlamlaştırılmış şehri muhasara etti. Köprünün çok büyük bir ehemmiyeti vardı. Çünkü oraya sahip olan, Vizigotların ülkesine giriş ve çıkı- şa hakim oluyordu. Köprü başındaki muhkem şehir Orleans da önemliydi. Şehir yeteri kadar ahalisi ve gücü olmasına rağmen böyle bir kuvvete daha fazla dayanamazdı. Nitekim Alanların kralı ve şehrin sahibi Sangiban Hunlara katılarak şehri teslim etmeye karar verdi. Bu sırada Aetius da, Galya bölgesindeki barbarlardan oluşan Roma ordusuyla Galya'ya geldi. İlk iş olarak Vizigot kralı I. Theodorik'in yardımını sağlamaya çalıştı. Yaklaşan tehlikenin büyüklüğünü sezen Theodorik Aetius'a yardım etmeye söz verdi. Vizigotların merkezi Toulouse'de dört oğlunu bırakıp, büyük oğlu Thorismund ile Theodorik'i alarak Aetius'la buluşmak için yola çıktı. Gotların Aetius'la işbirliği yapması hususunda Sidonius şu bilgileri kaydetti: "Aetius Alpleri terkeder etmez, Gotların can düşmanları olan Hunları ülkelerinde her an beklediklerinin haberini aldı. Bunun üzerine cesaretini toplayarak Avitus'un yanına gitti ve Hunlar karşısında Gotlar ile Romalıların birleşmesi için yardım istedi. Avitus bu teklifi kabul edince, Aetius yola çıkarak Hunların izlerini takip etti. Gotlar, kendilerine söylenen sözleri dinliyorlardı. Çünkü rezil olmak yerine her türlü kötülüğü göze alıyorlardı". Bu arada Sangibus'ın verdiği kararı da haber alan Aetius, şehrin müdafasına derhal askerî kuvvetler sevk etti. Attila şehri zaptetmek istediyse de, mühim bir müdafaa ile karşılaştı. Ahalinin bu direnişi, Aetius ve Theodorik'inde askerleriyle şehrin yardımına gelmesini sağladı.
Vizigot kralı I. Theodorik, Attila ile hareket eden Alan, Burgund, Frank, Sarmat, Saksonlar gibi Galya ordusunun büyük bölümüyle karşı karşıya geldi. Attila, savaş için uygun bir yer aramak ve rakiplerini oraya çekmek için geri çekildi. Bu sırada ordunun moral gücünü arttırmak gayesiyle topladığı askerlere bir konuşma yaptı. Jordanes'in yazdıklarına göre Attila şunları söylemiştir: "Ordusunun sendelemeye başladığını gören Attila, onları şu sözleriyle cesaretlendirmeye çalıştı: Bu kadar çok kavim üzerinde kazandığınız zaferlerden sonra, şimdi dünyayı istilâ etmek üzere olduğunuz sırada sizi gayrete getirmeyi uygun bulmam. Çünkü bu ancak acemi komutanlara, tecrübesiz orduya karşı söylenir. Zaten savaştan başka bir şey tanır mısınız ki siz. Bir erkek için, elinde silâhı ile intikamını alması kadar güzel bir şey var mıdır? Tabiatın, kalbi intikam hırsıyla doldurması en büyük bir lütuftur. Bunun için her halükarda düşmana hücum edelim. Çünkü daima ilk hücum eden daha cesurdur. Bu birleşmiş çeşitli kavimleri önemsemeyiniz. Zaten müdafaa için birleşme de korku alametidir. Görüyor musunuz? Daha hücumdan evvel onları korku sardı. Tepelere çıkmak istiyorlar. Fakat buraları da onları kurtaramıyacak. Düz yerlerde sığınacak yer arayacaklar. Bunu da başaramayacaklar. Romalıların pek beceriksiz silâh kullandıklarını biliyoruz. Bunun onlar için ilk başarısızlık belirtisi olduğunu söyleyemem. Fakat toz tabakası onların aleyhindedir. Disiplinsiz bir surette birleşerek kalkanlarıyla savunma yapmak istiyorlar. Bunlara asla önem vermeyerek Alanlar ve Vizigotların üzerine hücum ediniz. Burası savaşın en çetin olacağı yöndür. Sinirler kesilince, uzuvlar düşer ve kemikler çökerse vücut kendini tutamaz. Kalpleriniz heyecanlansın, adetiniz üzere heyecanla hücum ediniz. Silâhlarınızın kuvvetini, Hunların azametini gösteriniz. Eceli gelen rahat yatağında da ölür. Savaş olmamış olsa idi bu kadar kavim üzerinde Hunlar hakim olarak kalabilir miydi? Maeotis kapalı, gizli yollarını asırlardan beri atalarımıza niçin açtı? Başarıdan eminim. Bu savaş meydanı Hunlara iyi gelecek, talih vadetmektedir.
Düşmana ilk oku ben atıyorum ki, okumun değdiği adam ölmüş insan demektir. Zira Attila savaş yapmaktadır". Ayrıca Attila bu sırada civarda askerlerin bulduğu kâhinden, bu savaştan kimin galip geleceğini sordu. Ayrıca bir koyun kesilerek, kürek kemiği ateşte yakılmış, kemiğin ateşte aldığı şekille harbin neticesi öğrenilmeye çalışılmıştı. Çıkan falın neticesine göre düşman komutanı ölecekti. Fakat Hunlar'da mağlûp olacaktı. Her ne kadar Türkler'de kürek kemiğini yakarak fala bakmak adeti biliniyorsa da, kaynaklarda Attila için verilen bilgilerin teferruatı tam olarak anlaşılmamaktadır. Günümüze kadar ulaşan bilgilere, özellikle Galya kaynaklarına göre iki ordu, Maurica veya Mauriacum bölgesini çeviren ve antik şehir Trecas (TricassisTricassira- Troyes)'den 5 Roma mili (yaklaşık 7,5 km.) uzakta bulunan düzlükte karşılaştılar. Yani Campus Mauriacus veya Mauriacum Campanum'da karşı karşıya geldiler. Diğer coğrafî anlamda Campania denen düzlükte, Seine (Sen) nehrinin sol kıyısında ve Galya'lı olmayan yazarlar tarafından söylenen Catalaunum'da savaş olmamıştır. Harbin zamanı tam olarak bilinmemekteydi. Aureliani 14 Haziran'da Attila'nın kuşatmasından kurtuldu. Yaklaşık 180- 200 km. uzunluğundaki bir alandan geri çekilme hazırlıkları en az iki hafta sürdü. Bu açıdan savaş Haziran ayının son günlerinde olmuş olmalıydı. Tricassis önündeki 5. mili gösteren tâcın çevresindeki bölge, tahminen Sen nehrinin geçiş yerinden yararlanılarak Aureliani- Tricassis ana çizgisi boyunca yapılan şiddetli çarpışmanın bir yeriydi. Düzlükteki savaş kuzey, kuzeybatı yönünde ağırlık kazandı. Tricassis'in kuzey-batısında Sen kıyısının solunda kurulmuş küçük Antik kent Brolium'un 18 km. yakınında, Attila'ya tabi Germen savaşçıları, savaştan önce veya hemen sonra Tricassis Başpiskoposu aziz Lupus'un emriyle kralın önüne çıkmak isteyen Maximianus'u ve onun yol arkadaşlarını öldürdü. Bu durum Hunların sağ kanadının Brolium'un yanında bulunan Sen nehrinin diğer önemli geçiş yerini savunduklarını veya savaştan sonra oradan, Pouan-sur-Aube yönüne doğru çekildiklerini gösterdi. Brolium, Orta Çağın ilk zamanlarından beri, Hun devrinde ölen birisinin adını taşıdı (Saint Mesmin). Olaylar bu isimle hiçbir zaman var olmamış olan kutsal Memorius ile ilgili efsanelerde farklı anlatıldı. 30 ile 50 bin arasında olduğu kabul edilen Hun askerlerin sayısı (o devre göre hayli fazla bir sayı idi), eski ve yeni tarihçiler tarafından oldukça çarpıtıldı.
Öğleden sonra üçten, akşam karanlığı çökene kadar süren dehşet verici savaş hiçbir galip taraf getirmedi. Attila, karanlık çökerken karargâhına döndü, tahta araba ve eyerlerden bir set oluşturdu. Vizigot-Roma ordusu, Hunların yoğun ok yağmuru sebebiyle, karargaha saldıramadı ve karanlığın çökmesi sebebiyle onlar da karargahına geri döndü. Aetius ise geceyi kalkanların koruması altında geçirdi. Hun karargahının yahut savaş yerinin yakınlarında son zamanlarda bir Hun kazanına ait kırık parça bulundu. Bunun Attila'nın akrabası olduğu iddia edilen ve savaşta ölen Laudarik'in gömülmesiyle ilgili olup olmadığı kesin olarak saptanamadı.
Vizigot kuvvetleri atından düşen ve o sırada Ostrogot soyundan Andagis tarafından mızrakla öldürülen kralları I. Theodorik'in cesedini de yanlarına alarak, savaşta başından yaralanan tahtın varisi Thorismund'un krallığını emniyet altına almak için hızla yurtlarına döndü. Diğer müttefikler dağıldı. Aetius ise, fazla önemi olmayan kendi askerleri ile bir süre karargahta kaldı. Daha sonra Tricasis Başpiskoposu Lupus'un Ren nehrine kadar yol gösterdiği Attila'yı takip etmek istedi. Fakat perişanlığından bunu başaramadı. Ülkesine geri dönen Attila, bu sırada Tuna üzerinden kendisine gönderilen ve görüşmek isteyen askerî üst komutanı Apollonius başkanlığındaki Doğu Roma elçilik heyetini kabul etmedi. Vergilerin ödenmesini isteyerek, onları yeni bir harple tehdit etti.
Bu arada savaşa katılanların sayısı, verilen kayıplar ve harbin neticesi mevzuları oldukça ihtilaflıdır. Batı Roma üzerine yürüyen Hun ordusunun miktarını bazı yazarlar  500.000'e kadar çıkarmışlardır. Ayrıca savaş alanında her iki tarafın ölü sayısının 300 ila 500 bin arasında olabileceğini de söylemişlerdir. Savaşan her iki tarafında, müttefikleriyle beraber kalabalık bir ordu teşkil ettikleri, harbin neticesinde çok sayıda kayıp verdikleri biliniyorsa da, verilen rakamların hepsi mübalağalıdır. Nitekim, devrin şartları ve nüfus hareketlerine göre, Attila'nın harb meydanındaki ordusunun 20-30 bin arasında olduğu, her iki tarafın kayıplarının sayısınında, Jordanes'in bahsettiği 165'in en fazla 1/5'i kadar olduğu tahmin edilmiştir. Savaşı kimin kazandığı meselesinde de tam bir fikir birliği bulunmamaktadır. Umumiyetle Roma kaynaklarına, kilise tarihlerine ve destanlara atfen Attila'nın mağlûp olduğu kabul edilmektedir. Fakat batı kaynaklarının kendileri dışındakiler için verdiği bilgilerin ne ölçüde güvenilir olduğu göz önüne alınırsa, neticenin öyle olmadığı görülebilmektedir. Çünkü çok üstün gördükleri medeniyetlerinin, nereden geldiklerini bilmedikleri bir kavim tarafından mağlûp edilebileceğini kabul etmek istememişlerdir. Bu arada harbin feci sonuçlarına bakarak, harbin galibi ve mağlubu olmadığı da düşünülmektedir. Bütün bunların yanında Attila'nın, açlığa, salgın hastalıklara rağmen ordusunu ülkesine sağ- salim döndürebilmesi, aradan bir yıl geçmeden yine güçlü bir şekilde Roma önlerinde görünerek büyük bir dehşet, korku verebilmesi, Roma hükümeti ile perişan ve az sayıdaki ordunun aczi göz önüne alındığında, zafer ve başarının Attila'ya ait olduğu anlaşılacaktır. Roma Seferi 452 yılının ilkbahar sonlarında Attila, ordusu ile Pannonia'dan hareketle ve Aetius tarafından çok az müdafaa edilen Juli Alpleri'nin dağ boğazını geçti  Dahilî karışıklıklar ve saray entrikaları sebebiyle Aetius, Attila'nın ilerlemesine karşı tedbir alamadı. Attila, surlarla çevrili, ileri harekâtına mani olan Aquileia şehrinin önlerine kadar kolayca ulaştı. Bu şehir, imparatorluğun doğu sınırlarını müdafaa eden bir konumda idi. Bu yüzden çok iyi tahkim edilmiş bir vaziyette idi. Burayı koruyan askerler, Alarik ile Antala' nın komutası altındaki Gotlar idi. Şehir Hunların hücumlarına karşı üç ay direndi ve hiçbir zaman teslim olmayacak intibaı uyandırdı.
Çevredeki meskûn yerleri ele geçirmiş olan Hunlar arasında, erzak azlığı nedeniyle huzursuzluk baş gösterdi. Attila ise stratejik önemi çok büyük olan böyle bir yeri ele geçirmeden ilerlemeyi uygun bulmadı. Bu sırada bir leyleğin yavruları ile birlikte Aquileia'yı terketmekte olduğunu gördü. Attila, bundan faydalanarak askerlerinin cesaretini arttırmak gayesiyle onlara hitap etti. Jordanes'in anlattıklarına göre şunları söyledi: "Üstün bir önseziyle yaratılmış olan bu kuş, bu şehrin kendisini koruyamayacağı, orada emniyette olamayacağına kanaat getirerek yuvasını bırakıp gitmektedir. Bu, kaleyi koruyanların artık şehri müdafaa edecek güç ve imkândan mahrum olduklarının kati işaretidir. Demek oluyor ki, artık muhasaramıza uzun süre dayanamayacaklardır". Bu konuşma Hun askerî arasında müthiş bir tesir yaptı ve Attila, üç aylık sıkı bir kuşatmadan sonra deniz, nehir ve bataklıklarla korunan, şiddetle hiçbir zaman ele geçirilememiş, bütün imparatorluğun büyük şehri Aquileia'yı ele geçirerek tahrip etti. Bu şehir düştükten sonra Attila İtalya'ya girdi. Altinum, Padua yahut Concordia gibi şehirleri de harabeye çevirdi. Buradan Vicentia (Vicenza), Verona, Brexia (Brescia), Pergamo ve Mediolanum (Milona) üzerinden Ticinum (Pavia)'a kadar uzandı. Kendisine kapılarını gönüllü olarak açmayan kentleri ateşe verdi. Bu durumda ise çoğu teslim olmayı tercih etti9 . Hunların ilerlemeleri İtalya'yı korkuttu ve dehşete boğdu. İmparator Valentinianus, Ravenna'deki saraydan kaçtı. Bu arada Aetius, Doğu Roma imparatoru Marcianus'dan yardım istedi. Fakat onun askerleri ile yardıma gelmesi çok uzun zaman alacaktı. Bu durum karşısında Batı Roma imparatoru III. Valentinianus Roma hükümetini topladı. Doğu Roma'nın yaşadığı tecrübelerden de yararlanarak bir çözüm yolu bulmaya çalıştı. 450 yılının konsülü ve gözde senatörlerden biri olan Avienus'un önderliği altında, Roma şehrinin valisi Trigetius ve Papa I. Leo (Büyük Leo) Attila'ya elçi olarak gönderildi. Umutlarını, 435'de Hippo Regius şehrinde Vandalların şeytanî kralı Geiserik ile antlaşmayı başaran Trigetius'a bağlamışlardı. Elçilik heyeti, Po ve Mincio ırmaklarının birleştiği yerde bulunan Attila ile görüştüler. Ateşkes istediler ve sonunda başarı elde ettiler. Hıristiyanlık âleminin en büyük ruhani şahsiyeti olan Papa Leo, Attila'nın ayağına gitmeden evvel, özel merasimlerde giyilen muhteşem papalık elbisesini giymiş ve büyük Hun imparatorunun huzuruna böyle çıkmıştı. Attila Papa'ya gayet nazik muamelede bulunmasına rağmen, aralarında geçen konuşma bilinmemekteydi. Fakat aralarında ne geçmiş olursa olsun, neticede Romalılar bağışlanmak için yalvarmışlardı. 
Yanlarında getirdikleri esirler Hunlara teslim edildi. Bunun yanında Attila'nın hâkimiyetinin göstergesi olarak fazla miktarda altın da verildi. Bundan sonra Attila, Batı Roma'yı da hâkimiyeti altına aldığına inanarak İtalya'yı terketti ve Tuna nehri gerisine geri döndü. Aquilaea'nın kuşatması sırasında ordu epey kayıp verdi. Daha sonraları gömülmeyen ölüler yüzünden Kuzey İtalya'da, yaz sıcağında salgın hastalık başgösterdi. Bu sebeple Attila geri dönüşünü geciktirmedi. Yorgun olan ordunun yolda özellikle Doğu Roma ordusu ile karşılaşmaması için dönüş yolunu ayrı bir güzergâhtan, Adise ırmağı tarafından seçti.
Attila, ordusu ile Kuzey İtalya'da bulunurken, Doğu Romalılar Tuna'yı geçti ve Hun sınır birliklerine saldırdı. Ayrıca Aetius'a da yardımcı birlikler gönderdi. Bu sebeple merkezine dönen Attila, İmparator Theodosios zamanından kalma vergi paralarının derhal ödenmesini istedi ve Doğu Roma'yı savaşla tehdit etti. Ayrıca kendisinin Roma önlerinde bulunmasını fırsat bilerek isyana teşvik eden Kafkasya Alanları üzerine de ordu göndererek, onları te‘dib etti. Attila, Doğu Roma'nın yeni imparatoru Marcianus'a karşı te‘dib seferi düşündüğü ve önündeki son güç Sasaniler üzerine büyük bir harekata hazırlandığı sırada, yeni yaptığı evliliğin zifaf gecesinde ağzından, burnundan kan boşalması suretiyle öldü (453 ilkbaharı).
Atilla'nın Ölümü
Büyük Hun hükümdarı, halkını fetihci bir kitle haline getirerek, dünya fatihi (hakimi) olma idealini gerçekleştirmek istemiştir. Bunun için ilk önce, ikiye bölünmüş olan, Doğu ve Batı Roma imparatorluklarını yıkmak istemiştir. İstanbul kuşatmasıyla Doğu'yu, Campus Mauriacus savaşıyla da Batı'yı etkisiz hale getirmiştir. Daha sonra ordusunu Tuna ile Tisa arasına çekerek, Sasanilere karşı yeni savaş planları tasarlamıştır. İktidarının ve kuvvetinin zirvesinde iken beklenmedik şekilde ölüvermiştir. Jordanes Attila’nın ölümü ve cenaze merasimi hakkında şu enteresan bilgileri vermektedir: "Attila, tarihçi Priskos'un anlattığına göre, öldüğü sırada Ildico adlı çok güzel bir kızı, o soyun geleneği uyarınca, sayısız eşlerinin ardından kendine eş olarak alıyordu ve düğün sırasında çok fazla neşelenerek gevşeyip şarap ve uykunun verdiği ağırlıkla sırtüstü uzandığında, her zaman başına geldiği üzere, burnundan oluk oluk kan akmaya başladı. Kanın normal akış yolları engellenince de, öldürücü yoldan boğazına inerek hayatına son verdi. Ertesi gün, güneş gökyüzünün tepesine yükseldiğinde, hakanın adamları kuşku içerisindeydiler. Kapıyı açıp içeriye girdiklerinde Attila'yı, ağlayıp sızlayan kızın kollarında yarası beresi olmadığı halde ölü durumda, kızı da yüzünü peçesinin altına gömmüş, ağlarken buldular". Bu arada Jordanes, Attila'nın ölümü üzerine Doğu Roma İmparatoru Markianos'un rüyasını Priskos'a dayanarak nakleder: "O zaman şu hayrete şayan şey vukuû bulmuştur. Bu kadar vahşi düşman hususunda endişeli olan Doğu'nun kralı Markianos'a rüyasında,Tanrının kendi yanında oturduğu görülmüş ve tanrı ona Attila'nın yayının aynı gecede kırılmış olduğunu göstermiştir. Sanki bununla soyun kendisi bir çok şey elde ediyormuş. Sanki bu silâhta çok anlam varmış gibi. Tarihçi Priskos bunu gerçekten ispat edebileceğini (yani buna gerçekten tanık olduğunu) söylemektedir". Bundan sonra Jordanes Attila'nın cenaze törenini tasvir ederek: "Ordugâhın ortasındaki ipek çadırın içerisinde Attila'nın naaşı duruyordu.
Bunun etrafında Hun askerlerinden seçilmiş süvariler savaş oyunları oynuyorlardı. Erkekler halk geleneğine uygun olarak saçlarını kestiler. Korku uyandıran yüzlerini derin yaralarla çirkinleştirdiler. Aynı zamanda ozanlar ve savaşçılar Hun dilinde ağıtlar söylerler. Muncuk'un oğlu Attila, en kahraman milletlerin efendisi. Sen İskitya ve Germenya'ya sahip olduğun gibi, sayısız şehirleri de zaptettin. Her iki Roma İmparatorluğunu da korkutarak kendine diz çöktürdün. Onlardan yıllık vergi aldın. Kaderin bütün bunları yaptıktan sonra, düşmanların hıyanetinden yahut yarasından değil, halkının arasında hiçbir acı duymadan öldün. Priskos'un anlattığına göre daha sonra Attila'nın mezarının başında strava denilen cenaze yemeği yenmiş ve defin törenine başlanmıştır. Attila'nın cesedi birbiri ardına üç tabuta kondu. Bunlardan birincisi altın, ikincisi gümüş, üçüncüsü ise demirdendi. Bu, güçlü kralın üçüne de değdiğini göstermek içindi. Demir, kavimleri yendiğinin, altın ve gümüş ise her iki Roma imparatorluğunda kazandığı mevkinin işareti idi. Gömme işi geceleyin ve gizlice oldu. Savaşta düşmandan alınan silâhlar, değişik taşlarla süslü altın işlemeli at koşum takımları ve krallığını gösteren değişik şeyler onunla birlikte mezara kondu. Bunlar onun sarayını süslüyorlardı. İnsana has aç gözlülüğü, bir büyük ve değerli hazineden uzak tutmak, kabrin yerini hiç kimsenin bilmemesi için mezarı kazanlar da öldürüldü" .
Attila'nın nereye gömüldüğü bilinmemektedir. Fakat mezarının Tuna ve Tisa arasındaki bölgenin doğu yarısında olduğu tahmin edilmektedir. Ayrıca Jordanes'in mezarı kazanların öldürülerek Attila ile gömüldüğü haberinin ise hiçbir işareti bulunmamaktadır. Mezarın, mecrası değiştirilen bir nehire gömüldüğü söylenmişse de bunu destekleyecek deliller mevcut değildir. Yalnız çok kıymetli eşyaların bulunduğu Attila' nın kabri, o zamanki şartlar altında yağma ve soygunlara karşı gizli tutulmuştur. Allah’ın kamçısı (Flagellum Dei) ve günaha batan hristiyanları cezalandırmak gayesi ile Allah’ın göndermiş olduğuna inanılan Attila’nın fiziksek özelliklerine, şahsiyetine dair Jordanes ve Priskos’da şu bilgiler verilmiştir: "Kavimlerin sarsılması, bütün dünyanın korkması için doğmuş bir adam; hakkında yayılan korkunç haberler nedeniyle herkesin kendisinden korktuğu kişi idi. Kibirle iki kat yürür, gözleri ışık saçar, gururlu gücünü vücudunun hareketleriyle de hissettirirdi. Savaşı herşeyden çok sevmesine rağmen düşünerek hareket eder, bir çok şeyi aklıyla başarırdı. Kendisinden aman dileyenlere merhamet gösterir ve kendine sadık olanlara karşı çok lütuf gösterirdi. Kısa boylu, geniş omuzlu idi. Büyük başına nisbetle gözleri küçüktü. Seyrek sakalı beyazlamıştı. Yassı burnu ve biçimsiz yüzü, köklerinin damgasını taşıyordu. Akıllı ve kurnazdı. Tehdit ettiği yerin dışında başka bir yerden saldırırdı"."...bize ve diğer barbarlara çok tatlı ve leziz yemekler getirildi. Diğer İskitlere ve bize gümüş tabaklarda, Attila'ya ise tahta tabakta et getirmişlerdi. Her cihette mutedil ve kanaatkâr idi. Misafirlere altın ve gümüş kadehler verdiği halde onun kadehi tahtadan idi. Sırtındaki elbiseleri, ayakkabıları, kılıcının kabzası ve atının takımları askerlerininkinden hiç de farklı değildi. Buna karşı diğer İskit komutanlarının bu eşyaları altın ve kıymetli taşlarla süslü, göz kamaştırıcı idi. Kendisininki böyle değildi. Yalnız diğerlerinden daha temiz idi".

Hititler Türk Müdür? Değil Midir?


kayiturkleri.blogspot.com.tr
BEYAZ TARİH \ MAKALE
Etnik bakımdan bir mozaik tablosu oluşturmuş olan eski Anadolu halkları arasında Hititlerin çok önemli bir yeri vardır. Onlar, yalnız bin yıllık bir süper güç olmakla kalmamış, uygarlık bakımından da birçok konularda dünyaya örnek olmuşlardır.

Eski Anadolu'da en yaygın bir biçimde konuşulmuş olan ve aynı zamanda en uzun süre yaşamış olan dil, Hititçenin çok yakın akrabası olan Luwi dilidir. Bu dile ait örnekler, bir yanda çivi yazılı tabletlerde diğer yanda Hiyeroglif yazılı anıtlarda ele geçmiştir: Luwi diliyle ilgili yazıtların incelenmesi sonucunda önemli sonuçlar ortaya çıkmaktadır.
Birçok Türk aydınının merakla sorduğu Hititler Türk müdür değil midir sorusunu yanıtlamadan önce dil konusunda bazı temel bilgilerden söz edeceğim. Dünyada yaşamış ve yaşamını sürdüren diller iki büyük gruba ayrılmaktadır. Birinci grup flektif diller, ikinci grup aglütinant diller. Türkçe'nin mensup olduğu Ural Altaik diller, ikinci gruptandır. Bu dillerde sözün özü değişmez kalır.

Örneğin Türkçe görmek verb'inde öz olan "gör" sözü değişmez. Dil, ekler vasıtasıyla çalışır; gören, görülen, görücü, görür, görürüm, görüyorum, gördüm, göreceğim gibi... Ya da "yaz" fiilinin çekilmiş halini gözden geçirirsek; yazıyorum, yazıyorsun, yazıyor gibi, fiilin kendisinin değişikliğe uğramadığını görürüz.

Flektif diller arasında iki büyük grup vardır: İndo-Avrupa diller grubu ve Sami diller grubu. Bu dillerde takılar kullanılmaz. Sözün özü dediğimiz kısım kendi içinde değişikliğe uğrar. Örneğin Sami dillerden Arapçayı alalım. Arapçada faala verb'inde, fail "yapan", fiil "yapma", meful "yapılan", faal "sık yapan" anlamına gelir. Bu örneklerin gösterdiği gibi öz kendi içinde değişikliğe uğruyor.

İndo-Avrupa dillerinden biri olan İngilizcede gitmek anlamına gelen "to go" verb'ini örnek olarak alalım. I go "giderim" demektir. "Gittim" anlamında kullandığımız taktirde I went denilmektedir. Ya da görmek anlamına gelen "to see" verb'ini örnek olarak gösterebiliriz. I saw "gördüm", I had seen "görmüştüm" anlamlarına gelmektedir. Aynı şekilde "to come" gelmek fiili, I came dendiğinde "geldim" anlamına gelmektedir. Burada görüldüğü gibi sözün özü kendi içinde değişikliğe uğruyor.

Yüzyılımızın başlarında Norveçli bilim adamı Knudtzon, Mısır'da Tel-Amarna'da bulunan, Anadolu'dan gitmiş Arzawa mektupları denilen iki tableti incelemiş ve Hititçe ile aynı dil olan bu dilin bir İndo-Avrupa dili olduğunu söylemişti. Yani Knudtzon'a göre Hitit dili bir İndo-Avrupa dili idi. 1917 yılında Viyana Üniversitesi profesörlerinden Bedrich Hronzâ de Hititçenin bir İndo-Avrupa dili olduğunu yazdı. Hronzâ bazı etimolojik yakınlıklara dayanmaktadır. Örneğin Hititçede watar, İngilizcede "su" anlamına gelen water sözü ile aynıdır. Hronzâ, bu sözleri Slav dillerinde su anlamına gelen voda ile de karşılaştırmıştır. Hititçede ez- "yemek" fiili, İngilizcedeki to eat ve Almancadaki essen ile birbirine çok yaklaşmaktadır. Hronzâ'nin görüşü dünyada çok tartışıldı ve sonunda Hititçenin bir İndo-Avrupa dili olduğu kabul edildi. Türkçe aglütinant bir dil olduğu için bir İndo-Avrupa dili değildir. Bu nedenle Hititçe ile Türkçenin bir yakınlığı söz konusu değildir. 'Hititler Türk değildir' diyebiliriz, ancak iş bununla bitmiyor.
Kısa zaman önce TÜBİTAK tarafından yayınlanan Hitit Çağında Anadolu adlı kitabımın önsözünde yazdığım gibi Türkler Anadolu'ya geldikleri zaman yerli Anadolu halkını imha etmemişler, gittikleri her ülkede olduğu gibi yerli Anadolu halkına karşı büyük bir hoşgörü göstermişlerdir. Yerli Anadolu halkı ile Türkler karışmışlar, kaynaşmışlar ve Orta Asya'dan getirdikleri kendi yüksek kültürleri ile eski Anadolu uygarlıklarından bir sentez oluşturmuşlardır. Hatta Hitit çağına ait bazı yer adları günümüze kadar yaşamıştır. Örneğin Hitit kenti Anzilia, klasik çağlarda Zela ve günümüzde Zile olmuştur. Hitit ırmağı Zuliya{ klasik çağlarda Skulaks ve günümüzde Çekerek olmuştur. Hitit çağı ırmağı {ehiria, klasik çağlarda Sangarios günümüzde Sakarya olmuştur. Hitit kenti Parha, günümüzde Perge olmuştur. Hitit metinlerinde Adaniia diye geçen kent bugün Adana'dır. Hitit kentleri arasında, bugünkü İndo-Avrupa dillerinde şarap kelimesi ile benzerlik gösteren ve Hititçede de şarap kenti anlamına gelen Wiyanawanda adlı bir kent vardı. Bu kent hakkında Hititlerde Şarkı, Müzik ve Dans, Hitit Çağında Anadolu'da Üzüm ve Şarap adlı kitabımda bilgi vermiştim.

Hititler birçok bakımdan Avrupa ülkelerine örnek olmuş bir uygarlık yaratmışlardır. Örneğin insan haklarının öncülleri Hititlerdir. O zamanın dünyasının iki süper gücü arasında gerçekleştirilen ve ilk uluslararası antlaşma olan Hitit-Mısır antlaşmasına ait olan tabletin fotoğrafı günümüzde Birleşmiş Milletler'de sergilenmektedir (Resim I). Bu antlaşma iki tarafçada kabul edildikten sonra, kabul edilen metinler taraflar arasında değiştiriliyordu. Günümüzde de aynı uygulama devam etmektedir. Bu uygulama günümüzde de örnek olmuştur. Antlaşma metinleri imzalandıktan sonra imzalı nüshalar taraflar arasında değiştirilmektedir. Sözü edilen antlaşmanın taraflarca kabulünden hemen sonra bu vesileyle iki tarafın kral ailelerinin, saray mensuplarının ve yüksek bürokratların katılımıyla sık sık yazışmalar oldu. Mektupların konuları hatır sorma, iyi dilekler ve hediyeler gönderme idi. Mısır'dan gönderilen hediyelerin çalınmasını önlemek için hediyelerin kim tarafından ve kiminle gönderildiği, sayıları, her birinin ağırlıkları, nitelikleri ve kaliteleri hakkında bilgi veriliyordu. Bu hediyeler arasında herhalde Mısır ve Hitit sanatlarının şaheserleri de bulunuyordu. Ne yazık ki Anadolu'da ve Mısır'da yapılan kazılarda bu hediyelerin hiçbiri bulunamamıştır.

Hattu{ ili Ramses'den hastaları tedavi için bazen doktor istiyordu. Bir defasında Hattu{ ili hamile kalamayan kızkardeşi Matanazi için bir ilaç yapmak üzere bir doktor istemişti. Ramses gönderdiği yanıtta "benim bilgime göre senin kızkardeşin, 60 yaşlarında bir kadındı, bu yaşta bir kadını doğurtmak için bizde ilaç yoktur, ama ben yine de sana bir sihir rahibi göndereyim, o istediğin ilacı yapsın ve onu bir müddet sonra geri gönder diye yazmıştır.

Bu mektuplar arasında, Mısır firavunu II. Ramses'in Hitit kralı III. Hattu{ ili'ye gönderdiği uluslararası Hitit-Mısır antlaşması ile ilgili bir mektubun önemli bir yeri vardır. Sözü edilen mektubun Türkçeye çevirisi şöyledir (antlaşma metni gümüş tablet üzerine yazıldığı için mektupta antlaşmadan "günüş tablet" diye söz edilmektedir): .ve kardeşinin bana aşağıdaki gibi yazdığı konuya gelince: "Kardeşim için gümüş tableti hazırlattım ve ona gönderdim. Sen de gümüş tableti hazırlat ve bana gönder, onları Hatti ülkesinin tanrıları ile Mısır ülkesinin tanrılarının önüne koyalım" kardeşim bana böyle yazdı. İşte kardeşimin benim için hazırlattığı gümüş tableti habercilerin (elçilerin) getirince çok sevindim.
İşte şimdi onun üzerindeki bütün sözleri işittim ve gümüş tableti asil kişiler ile fakir kişiler önünde (tanrıların önüne) koydum ve Mısır ülkesinin insanlarına onun üzerindeki bütün antlaşmaları dinlettim ve kardeşimin benim için hazırlattığı gümüş tableti Heliopolis kentinin Güneş tanrısının önüne koydum.

Ve ben gümüş tableti Mısır ülkesinin büyük tanrıları önüne koydum. Artık kardeşimin bana ettiği bütün teklifleri uyguladım; ben de gümüş bir tablet hazırlatacağım ve gümüş tableti kardeşime göndereceğim ve kardeşim onun üzerindeki bütün sözleri Hatti ülkesinin insanlarına dinletsin, sen (de) onu Hatti ülkesinin tanrılarının önüne koy!

Güneş Tanrısı ile Fırtına Tanrısı, benim tanrılarım ve kardeşimin tanrıları bizim güzel barışımızı gümüş tablet üzerinde sulh temini için yarattığımız güzel ilişkiye uygun olarak bizim güzel kardeşliğimizi aramızda sonsuza dek geliştirsinler! Kardeşime <şöyle söyle>: Kardeşimin bana aşağıdaki gibi yazdığı konuya gelince: "Kardeşim ikimizi ilgilendiren konuyu işitsin; 'Kardeşim bana buluşacağımız yer hakkında bütün tekliflerini yapsın.' Kardeşim bana böyle yazdı. İşte kardeşimin bana söylediği bu teklif çok çok iyidir. Güneş Tanrısı ile Fırtına Tanrısı ve benim tanrılarım ile kardeşimin tanrıları, kardeşimin kardeşini görmesini sağlasınlar, kardeşim bana gelsin ve beni ziyaret için yapılan güzel teklifi uygulasın! Biri diğerine gelsin ve biri diğerinin yüzüne baksın kralın taht(ın)da bulunduğu yerde. Ben Mısır'ın kralı Büyük Kral, Hatti Ülkesi'nin kralı, kardeşim Büyük Kral'ı görmek, onun yüzüne bakmak ve onu ülkemde karşılamak için Kinahhi Ülkesi'ne gideceğim. Kardeşime şöyle (söyle): Kardeşimin bana aşağıdaki gibi yazdığı konuya gelince: "Kardeşin kral sana gelmek istiyor. Kardeşin kral seni ziyaret etmek konusundaki güzel teklifi uygulamak istiyor. Kardeşin ülkende kardeşinin yüzüne bakmak için yanına gelmek istiyor".

Bu tabletin devamı kırıktır. Diğer bir tablette de Hattu{ ili'nin Mısır'ı ziyaretinden ve gümüş tabletten söz ediliyor.

Hitit Kralı III. Hattu{ili ile Mısır Kralı II. Ramses arasındaki antlaşmada inisiyatif, II. Ramses'in III. Hattu{ili'ye yazdığı bu mektuptan da anladığımıza göre Hititlerdedir. Antlaşmanın iç redaksiyonu Hititler tarafından Hattu{a'da hazırlanmıştır. Bu önemli antlaşmayı hazırlama şerefi Hititlere aittir. Hititlerin hazırladığı bu antlaşmanın hükümleri arasında göz çıkarma, kulak koparma, el, kol ve ayak kesme gibi işkence cezaları kaldırılmıştır. Hititler suçların kişiselliği düşüncesini ilk defa kabul etmişlerdir.

Dönemin ünlü Hitit kraliçesi Puduhepa'nın da Mısır'ın kral ve kraliçesi ile mektuplaşmaları olmuştur. Birkaç yıl önce Londra'da bir müzayededen bir fragmanı satın alınmış olan ve tamamlanarak Ankara'da Anadolu Medeniyetleri Müzesi'nde sergilenen Mısır Kraliçesi Naptera'nın Hitit Kraliçesi Puduhepa'ya mektubu şöyledir: Mısır Ülkesi'nin büyük kraliçesi Naptera şöyle (der): Hatti Ülkesi'nin büyük kraliçesi Puduhepa'ya söyle: Ben kızkardeşin, iyiyim. Ülkem (de) iyidir.
Sen, kızkardeşim (de) iyi olasın. Ülken de iyi olsun. İşte senin kızkardeşimin nasıl olduğumu sormak için ve büyük kral, Mısır Ülkesi'nin kralı ile büyük kral, Hatti Ülkesi'nin kralı, arasındaki iyi barış ile iyi kardeşlik ilişkisinin varlığı dolayısı ile bana yazdığını işittim.

Güneş Tanrısı ile Fırtına Tanrısı senin başını yüceltecekler. Güneş Tanrısı barışı geliştirecek. Büyük Kral, Mısır Ülkesi'nin kralı, ile kardeşi büyük kral, Hatti Ülkesi'nin kralı arasındaki iyi kardeşliği sonsuza dek koruyacak; ben de seninle barış içindeyim. Sen kızkardeşimle aynı biçimde kardeş olduk.
İşte sana kızkardeşime, senin için, selamlama hediyesi olarak bir hediye gönderdim.
Sen, kızkardeşim, kralın habercisi Parihnawa'nın eliyle gönderdiğim hediyeyi bilesin;
Boyun için bir (kolye); çok renkli, saf altından, on iki telden oluşmuş, ağırlığı 88 şekel; bir tane çok renkli Maklalu giysisi, kral kalitesi, bir tane çok renkli koton tunika, kral kalitesi; 5 adet çok renkli koton giysi, iyi kalite ince (iplikten) 5 adet çok renkli koton tunika, iyi kaliteli ince (iplikten), Bütün giysilerin toplamı: 12 koton giysi.
Anadolu'da yaklaşık bin yıl devam eden bir uygarlık kuran Hititler, Anadolu'nun kendilerinden önce ve kendileri ile beraber yaşayan kültür ve uygarlıklardan büyük ölçüde etkilenmişlerdir. Örneğin, Hitit kültürü büyük ölçüde Hatti kültürünün etkisi altındaydı. "Hitit" ismi dahil pek çok konuda Hatti kültür unsurları Hitit uygarlığı içine nüfuz etmiştir. Hitit Çağında Anadolu kitabımda yazdığım gibi, Hititlerden önce Anadolu'nun en eski dili Hatticeyi konuşmuş olan Hattililer de Türkçe gibi aglütinant bir dil konuşmaktaydılar. Hatti sözü Hitit çağında da Hititlerin oturduğu coğrafi bölgenin adı olarak kullanılmaya devam etmiştir. Ayrıca Güneydoğu Anadolu'da uzun yıllar yaşamış olan ve Hitit Devleti'ni ve kültürünü çok etkilemiş olan bir başka halk olan Hurrilerin konuştuğu Hurrice de Türkçe gibi aglütinant bir dil idi. Aglütinant dillerin en eskisi ve dünyanın ilk yazısı çivi yazısını keşfeden Sümerlilerin konuştukları Sümerce de aglütinant dillerin başında gelmektedir. Bütün Mezopotamya kültürlerinin yaratıcısı olan Sümerliler eski Anadolu kültürlerini ve bu arada Hitit kültürünü de çok etkilemişlerdir. Türk olarak eski Anadolu kültürlerinin varisi olduğumuz için gururluyuz ve bu eserleri koruduğumuz ve araştırdığımız ölçüde görevimizi iyi yapmış oluruz.

Yazdıklarımızı özetlemek gerekirse Hititler, Türk değilse de Türkler, kan bakımından ve kültür bakımından Hitit uygarlığı ile eski Anadolu uygarlıklarının en doğal mirasçısıdırlar.
Not: Müteveffa Hititolog Sedat Alp'in bu yazısından

19 Şubat 2017 Pazar

Engin Altan Düzyatan

Engin Altan Düzyatan trt 1 de yayınlanan Diriliş Ertuğrul dizisindeki rolü ve yeteneği ile adeta yeniden doğdu.çok sevilen oyuncu bu rolü ile ülkemizde çok daha sevilmeye başladı bu günlerde değil mi.türk tarihinin yaşam şekli,kültürel özellikleri ,örf ve adetlerinin mükemmel yansıtıldığı dizi çarşamba günleri seyirciyi ekran başlarına çekmeye devam ediyor.trt nin başarılı ve sevilen dizilerini daha çok izleyeceğe benziyoruz.bu anlamda trt ailesine teşekkür ve şükranlarımızı iletiyoruz.
diriliş ertuğrul

diriliş ertuğrul
 Engin Altan Düzyatan Ertuğrul bey karakterine çok çok yakıştı.gün geçtikcede bu karakter deki rolünü geliştiriyor.dizi çekimlerine başlamadan epey bir müddet önceleri hazırlık yapılmaya başlandığını ,araştırıldığını biliyoruz.oyuncuların at binme,dövüş sahneleri,kılıç kullanmadaki ustalıkları diziyi çok daha kaliteli yapıyor.süleyman şah oğlu,osmanlı imparatorluğunun kurucusu,hak yolundaki menzilinden ayrılmayan Ertuğrul beyi bu sayede daha yakından tanımış ve tarihimizi öğrenmiş oluyoruz değil mi.
diriliş ertuğrul

diriliş ertuğrul

diriliş ertuğrul

diriliş ertuğrul

diriliş ertuğrul

Engin Altan Düzyatan

Engin Altan Düzyatan

Engin Altan Düzyatan

Engin Altan Düzyatan

13 Şubat 2017 Pazartesi

Aliyar


severek izlediğimiz TRT  dizilerinden Diriliş Ertuğrul Türkiye de adeta yeni bir sinerji oluşturmaya başladı.bu dizideki karakterlerden Aliyar ın adalet anlayışı ve dürüstlüğü,haktan ayrılmayışı takdire şayan.kendi ailesini bile karşısına almayı göze alarak adalet yolundan ayrılmadı.Ertuğrul beyin adalet ve dürüstlüğünden oldukça etkilenmiş gibi duruyor Aliyar bey değil mi.
Aliyar

diriliş ertuğrul